Pazartesi
Uyandıktan sonra birkaç kez sağıma ve soluma döndüm.gözlerimi hızla kapattım. perdeden sızan ışık hiç yaşlanmamış; ama ben her sabah dünyayı çağrılmış olmaktan bitkin düşmüştüm.sıkça yaptığım gibi kendimi ikiye ayırdım, bir yanım öbürünü kalkmak için ikna ederken öteki yanım biraz daha yatakta kalmak için diğerine mızmızlanıp durdu.birkaç kez daha döndüm, yorgan bacaklarıma dolandı , sonra vücudumdan sıyrılıp bir kenara kaydı.emeklemeye çalışan bir çocuk gibi yüzüstü döndüm,bir süre de öyle bekledim.ışık, kirlendikçe desenleri değişen küçük ülkemi tamamıyla ele geçirmişti artık.kalktım.Halsiz kalktım. ellerimi beline koyup odanın ortasında rastgele birkaç adım attım. ben bütün rüyalarım ve bütün uykumla birlikte sabaha teslim olmuştum.
günaydın dünya.
musluğu sola çevirerek açtım ve sıcak su gelinceye kadar aynada yüzümü seyrettim. buna hala cesaretimi yitirmediğimin bir işareti sayıyorum.parmağım, artık ona bir emir vermeme gerek duymadan kendiliğinden birkaç kez suya dokunup çekildi.su hala ısınmamıştı bir dakika bazen çok uzun bir zamandır; dehşete düşecek kadar , mutluluktan ailemi dolaşacak kadar ama ben ikisinden de mahrum bırakılanlardanım,bu çok uzun zamanı aynadan bana bakan adama katlanarak geçiriyorum . birazdan ılık su gelecek ve biz yüzümüzü üçüncü bir yüz için birleştirip Lavobadan ayrılacağız . gece, uykudan hafif şişmiş ellerimi musluğun altına uzatıyorum. birkaç su damlası boynumdan aşağı doğru süzülüyor.boynum yıllar içinde etlenmediği, gıdım çıkmadığı için elbette memnunum.artık koynuma girmekte olan tedirgin edici damlaya yetişmek için hızla havluya uzanıyorum:
Nasılsın telaş?
Kahrolası , bir yerlere geç kalmak gibi bir huyum var.bu ne zaman başladı tam süresini hatırlamıyorum kendimi bildim bileli var. bu yüzden birkaç dakika içinde giyinmek ayakkabıları bağlamak ve bütün ıvır zıvırı kuşanmak zorundayım bu konuda en iyilerden biriydim. süresi birazcık uzasa da hala hızımı muhafaza ediyorum.giysilerimi öyle çabuk giyiyorum ki , bir tercihe imkan vermeyen bu çabukluk yüzünden aylarca giymediğim gömlekler , kazaklar , ceketler bana gönül koyuyor. fazla göz önünde duran, sık kullanılan doğal olarak çabuk yıpranan giysilerim de , bu sebeplerden ötürü şikayetçi. anneleri , sevgilileri ya da eşleri tarafından giydirilen, sonra da karşısına geçirikip seyredilen erkeklerin talihsizliğini hiç yaşamadım. kahverengi pantolonumu da giyinip dış kapıyı arıyorum.
merhaba pazartesi..
Beni pazartesi günlerine Çağıran hiçbir heves yoktur . mecburen okumak zorunda kaldığım bir kitabın İlk sayfasını aralar gibi aralıyorum kapıyı.ama merdivenlerden inerken vicdanım bir başka adamı konuşturmaya başlıyor; buna engel olamıyorum : herkes pazartesi günlerini suçluyor , sen suçlama .herkes pazartesi günlerini saatlerini bir saniye gibi işlemesini istiyor seni istemi, herkes pazartesi günlerini yok saymak için çocukça bahaneler buluyor sen bulma.bunun için birkaç sağlam sebebin var üstelik! kırmızı pazartesi filmi mesela, balkonda çamaşır asan o kızın Boşluğu mühürleyen gözleri ; yeni işe başlayan bir insanın ilk iş günü heyecanı , uzun tatilde arkadaşlarını özleyen bir öğrencinin okula dönüş neşesi , maişete en evvel açılan kapı hepsi pazartesidir..
*maişet kelimesinin burada geçmesi tamamen kelimeyi sevmemden
Kimi insan derbeder, ömrünü heba edip gider.
C S TARHANCI
kimisi maişet derdine düşmüş, rahattan bir haber. olmayacak işler peşinde, kimisi taban teper kimisi dul kimisi öksüzdür; alınyazısı kahreder aklından zoru var kiminin; merhamet ister ben sevda çekerim hepsinden beter